Marka Hakkına Tecavüz Davalarında Sessiz Yoluyla Hak Kaybı Kavramı

Makaleler -

Marka hakkında tecavüz sayılan fiiller 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (“SMK”) 29. maddesinde sayılmış olup, marka hakkı tecavüze uğrayan hak sahiplerinin mahkemeden talep edebileceği hususlar ile mütecavize karşı ileri sürebileceği talepler madde 149’da detaylandırılmıştır.

Tecavüz devam ettiği sürece hak sahibinin Kanunda sayılan talepleri mütecavize karşı ileri sürmesi mümkün görülse de esasen bu sürenin de bir sınırı bulunmaktadır. Gerçekten de hak sahibinin mütecavize karşı ileri sürebileceği haklarını “uzun yıllar” kullanmadan aynen koruması ve mütecavizi devamlı bir şekilde dava tehdidi altında tutması, diğer bir deyişle “sessiz kalmasına rağmen” haklarını korumaya devam etmesi mümkün görülmemektedir.

Bu durum SMK’da hükümsüzlük davaları bakımından yerini bulmuş, SMK madde 25/6’da “Marka sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka tescili kötüniyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremez.” denilmekle açıkça düzenlenmiştir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı mehaz 14 Haziran 2017 tarihli ve 2017/1001 sayılı Avrupa Birliğinin Avrupa Parlamentosu ve Konsey Tüzüğü’nün 16. maddesinde ve 2015/2436 sayılı Tüzük’ün 9. maddesinde de tecavüz davasının açılmasına engel bir hal olarak yer almaktadır.

Tecavüz davaları bakımından SMK’da açık bir düzenleme bulunmadığından, bunlar bakımından hakkın sınırları 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (“TMK”) madde 2 “dürüst davranma ilkesi[1]” ile çizilmektedir. Dürüst davranma ilkesi hukukun temelini oluşturmakta olup, bir hakkın kullanımı ancak işbu ilke çerçevesinde kaldığı sürece mümkündür.

Yargı kararlarında tecavüz davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybının gerçekleşip gerçekleşmediği her olay özelinde SMK madde 25/6 ve dürüst davranma ilkesinin harmanlanarak değerlendirilmiştir. Gerçekten de Yargıtay birtakım davalarda 5 yıldan daha az bir sürede davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığına kanaat getirirken, birtakım davalarda 5 yıldan daha uzun süreler için dahi davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğramadığı değerlendirilmiştir. Belirtildiği üzere bu değerlendirmenin temelinde dürüst davranma ilkesi yatmaktadır.

Sessiz kalma yoluyla hak kaybının belirlenmesinde sürenin ne zaman işlemeye başlayacağını tespit etmek gerekir. Bunun tespitinde ise 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (“TTK”) madde 18/2’de düzenlenen “basiretli bir iş adamı gibi hareket etme” kavramı devreye girmektedir. Buna göre hak sahibi basiretli bir tacir gibi davranarak gerekli özeni göstermesi ve söz konusu kullanımı ya da tescili bilmesi ve/veya bilebilmesi beklenmektedir.

Dürüst davranma ve basiretli bir tacir gibi hareket etme ilkeleri çerçevesinde çelişkili davranma yasağına da değinmek gerekir. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında da sessiz kalma suretiyle hak kaybının temel dayanağı TMK madde 2 olarak kabul edilmiştir. Bu kapsamda davacının ihlali bildiği veya bilebilecek durumda olduğu halde, mütecaviz tarafta dava açılmayacağı yolunda güven oluşturulduktan ve ihlal konusu hakka önemli yatırım yapılmasına izin verdikten sonra, oluşturulan bu güvene aykırı olarak ihlali sona erdirmek amacıyla dava açılmasının çelişkili davranış yasağı teşkil edeceği kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, böyle bir davranışın TMK madde 2 uyarınca dürüstlük kuralına aykırı olacağı ve bu davranışın hukuk düzeni tarafından himaye edilmeyeceği kabul edilmektedir. Böylelikle Yargıtay TTK’da yer alan basiretli tacirin “ihlali bilme veya bilebilecek durumda olması” hali ile TMK’da yer alan dürüstlük kuralını harmanlayarak “çelişkili davranma yasağı” kavramını ortaya koymuş ve tecavüz davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybı kavramına da ışık tutmuştur. Çelişkili davranma yasağı sadece sessiz kalmakla değil, kabul/rıza anlamına gelebilecek başkaca fiillerin ardından mütecavize karşı ihlali sonlandırmak adına açılan dava ile de baş gösterebilir.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi (“BAM”) ise 2023 yılında verdiği bir kararında tecavüz davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybı kavramına yeni bir soluk getirerek, “ciddi kullanım” ve “süreyi kesen fiiller” gibi birtakım ek koşullar irdelemiştir. Karara konu olayda, davacı davalıya ait dava konusu markalı ürünleri kendi web sitesinde satmış olmasına rağmen, aradan yıllar geçtikten sonra, davalıya karşı tecavüz davası açmıştır. BAM kararında “sürenin hesaplanmasında davalının markasını ciddi şekilde kullanıma başladığı tarihin esas alınması gerektiği ve sürenin ilk fatura tarihinden hesaplanmasının yerinde olmadığı”, “davacının 28.11.2016 tarihinde ihtarda bulunduğu, 20.01.2017 tarihinde dava açtığı da dikkate alındığında 19.02.2013 olan ilk fatura tarihinden  itibaren dava tarihine değin 5 yıllık sürenin geçmediği”,davacının davalıya ait ürün satışının yapılmadığını ve görsellerin davacıya ait web sitesinden kısa süre içinde kaldırıldığını belirttiği”, “davacının makul süre içinde ihtar gönderip dava açtığı, sessiz kalma yolu ile hak kaybı oluştuğu gerekçesi ile davanın reddinin yerinde görülmediği” değerlendirmelerinde bulunmuştur.

Sessiz kalma yoluyla hak kaybının hesaplanmasında hak sahibinin mütecaviz kullanımı öğrenme tarihinin esas alındığından bahsetmiştik. Ancak BAM bahsi geçen kararı ile hak sahibinin mütecaviz kullanımı öğrenme tarihini “ciddi kullanımı” öğrenme tarihi olarak esas almıştır. BAM’ın “markasal kullanım” kavramına atfettiği anlam ile doktrin, içtihat ve SMK’nın “markasal kullanıma” atfettiği anlam birbiri ile örtüşmemektedir. Gerçekten de davalıya ait faturanın, markasal kullanımına başlandığına işaret ettiğinin kabulü gerekirken aksi yöndeki karara katılmak mümkün değildir. Nitekim ürün satışı yapılmış olmakla markanın pazara girdiği ve tüketiciye ulaştığı ve kullanımın gerçek kullanım (genuine use) olarak kabul edilmesi için markasal kullanımın yeterli olduğu sabit olup, kullanımın belli bir noktaya ulaşması gerektiği şeklinde bir düzenleme, görüş ya da karar bulunmamaktadır. Kaldı ki, somut olaya SMK madde 25/6’da yer alan “kullanımı bildiği/bilmesi gerektiği tarihten itibaren sessiz kalma” sıkı bir şekilde uygulansa dahi ve maddede bahsi geçen kullanımdan “ciddi kullanım” anlaşılsa dahi fatura delilinin ciddi kullanıma işaret ettiği kabul edilmelidir.

Diğer yandan, BAM’ın kararında davacının ihtar göndermesini sessiz kalma yoluyla hak kaybının hesaplanmasında bir kriter olarak ele aldığı görülmektedir. Peki bu süre hak sahibi mütecaviz kullanımı öğrendiği tarihten itibaren kesintisiz işleyecek mi, yoksa bu süreyi durduran / kesen birtakım fiiller var mıdır? Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında ihtarname gibi fiiller bu hak düşürücü sürenin işlemesini durdurmayacağı ya da kesmeyeceği kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, hak sahibinin haklarını ileri sürebilmesi için sessiz kalma yoluyla “kabul/rıza” davranışı göstermemesi yeterli olmadığı gibi, yalnızca ihtarname göndermesi de hakkını ileri sürme noktasında yeterli sayılmamaktadır.

Bu kapsamda, hak sahibinin dürüst davranma ilkesi çerçevesinde basiretli bir tacir gibi davranması, makul ve basiretli bir tacirden beklenebilecek eylemlerde bulunması ve mütecaviz tarafta aleyhine bir dava açılmayacağı güvenini oluşturmaması gerekir. Aksi halde, davacının basiretli bir tacir gibi davranmadığı ve dürüstlük kuralını ihlal ettiğinden bahisle hakkının hukuken korunması mümkün olamayacaktır.

[1] “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”

Gün + Partners bu içeriği 03 Nisan 2025 tarihinde yayınlamıştır.

Aboneliğinizi Yönetin

Güncel hukuki görüşlerimiz ve etkinliklerimiz hakkında özelleştirilmiş bilgilendirme için abone olun.